Eylül 06, 2009


Lise yıllarımın geçtiği sokaklarda yürüyorum 2 haftadır iş gereği. Şurda bunu yapmıştım, aa burda bu vardı, bizim köfteci nerde.. Sonra o apartmanın önüne geldim. Okuldan eve dönüş sokağında hergün önünden geçtiğim o apartmanın. İlk kat giriş katının panjurla kapalı balkonunda açık panjurun önünde atletli çok zayıf yaşlı bir adam oturuyordu şimdi. Yıllar önce oğlunun oturduğu o açık panjurun önünden, oğlunun baktığı dünyaya bakıyordu. İstisnasız her öğlen okuldan evime dönerken görürdüm onu o balkonda. Tekerlekli sandalyede ağzında çubuk olan zayıf bir oğlan. Belli ki felçliydi, belli ki zor nefes alıyordu, bütün dünyası o açık panjurdu. Birkaç adımlık zamanlarda, apartmanın önünden geçerken göz ucuyla ona bakardım, bugün de orda mı diye. Bazen yanında annesi olurdu birşeyler yedirmeye çalışırdı, çoğu zaman da yalnız yakalardım onu. Geçerken onu görmek güven veriyordu bana. Sonra bir gün balkonda yoktu. Ertesi gün yine yoktu, daha sonraki günler de. Anladım ki bir daha hiç olmayacaktı. O sokak, o balkon, o panjur yavaş yavaş anlamını yitirdi ve ben de liseyi bitirdim. Hala o günlerden kalan bir sızı var içimde. Kaybetmek, bomboş bir panjurla başladı benim yaşamımda...

Eylül 05, 2009

3 gün yatak 4. gün toprak



İnsanın dedesi 102 yaşında ölünce ve 95 yaşında günün 8 saatini ayakta geçiren bir anneannesi olunca ister istemez ölememekten korkmaya başlıyorsun. Ben ne olacağım acaba diye düşünmekle geçiyor günlerin, ya da yaşlanınca bana kim bakacak. Hep temenniler sıralanıyor ardından; aklımı kaybetmeden öleyim istiyorsun, altıma kaçırmadan alsın allah beni. Yaşlanmak da zor yaşlanıp ayakta kalmak da. Ya ölüm o hepsinden zor işte, hele ki benim durumumda; baksanıza genlerim izin vermeyecek normal yaşlarda bir ölüme. Ne diyormuş annemin babannesi "3 gün yatak 4. gün toprak". 4. günde ölmüş kadın. Ben kaçıncı günde çağırsam ki ölümü?