70 yaşındaki bir kadın büyüttü beni. Çocuksan, sana çok yaşlı gelen biri. Ocağın üstüne konan tost yapma aletiyle bastırdığı ekmekleri özenle hazırlayıp okula yanına koyan, seninse inatla çantandan çıkarmadığın o tostlar yerine okul bahçesinin dışındaki tükürük köftecisine abone olman. Bir de yanında ketçap şişesindeki ev yapımı ayranlar. Sahi ya hayatımızda bir zamanlar plastik yoktu ve ketçaplar bile şişedeydi ya..
Apartman kapısının önünde itfaiye arabasıyla oynarken birinin koşarak gelip arabanı çalmasıydı çocukluğum. Teselli eden yine o çok yaşlı biriydi. "Mahalle arkadaşım" kahraman abilerin Kahramanlar'ıydı evim. Ufacık boyunla yorulmak ve dedenin sırtında fuardaki salıncaklara gitmekti. Dört teker bisikletten utanıp tekerleklerini apar topar söktürmekti çocukluğum. Evde yemek olmayınca balkonda oturup ekmek arası helva yemekti.
Yıllar geçip 95 yaşına geldiğinde ve beni unuttuğunda sofrana helvayı 3 yıl boyunca her akşam koydum ya ben. Bir zamanlar o ufacık çocuğu büyüttüğün gibi benim de zamanım geldi seni büyütmek için. Büyüttüm ve yolladım sonsuza..
Şahsene'ye, anneanneme
Kasım 10, 2014
Ekim 26, 2014
Islıklarla Yaşamak
Doğduğun, büyüdüğün, varolduğun Aziz bile olduğun bir yerde alkıştan eli kızaran o insanlar, gün gelir elleri yerine dudaklarını çalıştırır senin için. Hep yeni kahramanlar yaratır futbol. Dünün değil, günün oyunudur. İki çalım atar ilerideki takım arkadaşın, pozisyonu yaratır, bir diğeri kafasını çalıştırır, bir diğeri beyaz noktadan ters köşeye yatırır. Alkışlar onlar için vardır. Takımın 1 golle gerideyken, işte tam o anda sen; dünya starıyla başbaşa kalabilirsin. Ya fark açılacak futbol azizliğini yapacaktır, ya da kaledeki "Aziz" geçmişini hatırlayacaktır. İkincisi olur. Sen geçmişini hatırlarken, rakipte 2'den olmuştur. Dakikalar geçer takımın bir farkla öndedir artık. Sahneye çıkması gerekenler çıkmış ama perde kapanmamıştır daha. Rakip oyuna ortak olmak ister, uzaktan bir şut gelir kalene 90 derler ya hani top oraya giderken, bir tek engel senin elin kalmıştır skorun beraberliğe gelmesinde. Yenikken de sen varsındır, galipken de sen. Oyun kazanıldıysa, "an"ların kaderini sen belirlemişsindir. Alkışı başkaları alırsa eğer, gören gözler de senin için bu yazıyı kaleme alır.
Aziz Iker'e;
25 Ekim 2014 Bir El Clasico'nun ardından..
Ekim 22, 2014
Xabi'yi izlemek
Ekim 20, 2014
Son
Her gittiğimde biraz daha farklı geliyor İstanbul. İlk gidişlerimde merak uyandıran bu şehir, bir an önce geri dönme isteği yaratıyor artık. Mekanlar ve sokaklar aynı olsa da bu mekanlara girenler, sokaklarda yürüyenler başka insanlar. Hep umursamazdı İstanbul. Kendi havasında. Şimdi biraz daha bencil, kendinden başkasını yok sayıyor. Saygı göstermeyi bırak, tanımıyor, görmüyor. Gittikçe kabalaşıyor, kendine benzemeyenle dalga geçiyor. Bir zamanlar "varken" şimdi "yok" oluyor. İlk sezonunda harikalar yaratmış dizinin, 2. sezonunda apar topar sezon finali yapması gibi. Ya yavaş yavaş benden gidiyor, ya da İstanbul onu yaşayanlara mağlup oluyor.
İstanbul'dan taksi maceraları volume 1
Yenikapı'dan zar zor güç bela Beşiktaş'a gitmek üzere bir taksiye binilir. Şöför bey sizin binmenizle yetinmemiş olacak ki "abla yoldan birini daha alalım" der, sen adamın muhteşem türkçesiyle söylediği bu cümleyi idrak edene kadar şöförümüz çoktan yoldaki muhtemel müşterilere korna çalmaya başlamıştır. "Kardeşim taksiye bindim ben, dolmuşa değil" diyecek olursunuz ki cevabı hazırdır; "Abla fena mı olur 5 lira az ödersin"
Bu sefer Karaköy'den akşam saatlerinde Beşiktaş'a gitmek üzere taksiye binilir. Malum yol tıkalıdır ve gıdım gıdım gidiliyordur. Kabataş iskeleyi geçer geçmez, şöförümüz telefonda hanımıyla konuşmaya başlar; "Benzinliği geçtim, duruyorum, oraya gel hadi" der. Sonra arkaya dönüp "Abla hanım gelcek onu da alalım" diye ekler. Sen de "he" diyip geçersin, ne de olsa hanım olunca akan sular durur tabi. Hanım ön koltuğa selam vererek biner. Yolculuğun geri kalanı kısır, patates salatası, çay ve kek eksik olsa da altın günü kıvamında gider.
Cevahir'den çıkılır, yan sokakta dizili olan taksilere yönelinir. Ama onların sizi almaya pek niyeti yoktur. "Gidiyor mu" diye sorulur, "Gidiyor ama sizinle gitmez abla" derler. Beklenen müşteri bir Arap turisttir ve siz onlar için hayal kırıklığının vücut bulmuş halisinizdir.
Bu sefer Karaköy'den akşam saatlerinde Beşiktaş'a gitmek üzere taksiye binilir. Malum yol tıkalıdır ve gıdım gıdım gidiliyordur. Kabataş iskeleyi geçer geçmez, şöförümüz telefonda hanımıyla konuşmaya başlar; "Benzinliği geçtim, duruyorum, oraya gel hadi" der. Sonra arkaya dönüp "Abla hanım gelcek onu da alalım" diye ekler. Sen de "he" diyip geçersin, ne de olsa hanım olunca akan sular durur tabi. Hanım ön koltuğa selam vererek biner. Yolculuğun geri kalanı kısır, patates salatası, çay ve kek eksik olsa da altın günü kıvamında gider.
Cevahir'den çıkılır, yan sokakta dizili olan taksilere yönelinir. Ama onların sizi almaya pek niyeti yoktur. "Gidiyor mu" diye sorulur, "Gidiyor ama sizinle gitmez abla" derler. Beklenen müşteri bir Arap turisttir ve siz onlar için hayal kırıklığının vücut bulmuş halisinizdir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)